Uzun süredir içimde büyüyen bir yük vardı. Ahmet’in yönettiği köyün askerlerinin yaptığı o talihsiz yağma, yalnızca ambarlarımızı boşaltmakla kalmadı; o gece çıkan kargaşada iki genç nöbetçimizi de toprağa verdik. Her biri köyümüzün evlâdıydı, her biri ardında yaslı analar, sessizce ağlayan kardeşler bıraktı.
Klan liderinin cömertliğiyle zarara uğrayan mallar fazlasıyla telafi edildi, bu doğrudur. Ancak bazı şeyler altınla ölçülmez… ve köylülerim bunu bana tekrar tekrar hatırlattı.
Dün sabah, pazar yerinde dolaşırken duyduğum konuşmalar bana bir kez daha halkımın kalbindeki yarayı gösterdi. Meyve sepetlerinin arasından, balıkçı kulübesinin önünden, fırından çıkan sıcak ekmek kokusunun arasına karışan hışımlı sesler işittim:
“Reisimiz nasıl olur da çocuklarımızı toprağa veren o saldırının sorumlularıyla aynı sancak altında durur?”
“Kaybettiğimiz canların hesabı verilmemişken, altınla gönlümüzü almaya kalkmak hak mıdır?”
“Malları geri verebilirler, peki ya yanan evlerin, kırılan umutların bedeli?”
“O geceki çığlıklarımızı kim duydu da şimdi barıştan bahsediliyor?”
Bu sözlere karşılık verecek bir dil bulamadım. Çünkü her birinin içinde bir haklılık vardı.
Köylülerim sadece yağmanın değil, ardından gelen hızlı ‘barış girişiminin’ de onurlarını kırdığını düşünüyorlardı.
Gün batımına doğru köy meydanında toplanan yaşlılar kurulunda daha da sert sözler yükseldi:
“Klandan bize verilen altınlar midemize değil, yaramıza sürülen bir tuz oldu.”
“Evlatlarımızı toprağa verdik, fakat onların adı ne bir özürde geçti, ne bir yas töreninde.”
“Bizim reisimiz halkının yasını tutmadan yabancılarla masaya oturursa, yarın kimin iyiliği için savaşır?”
Bu sabah yine pazar yerinden geçerken yaşlı kadınlardan biri önüme dikildi:
“Evladım,” dedi, “Biz seni korumamız için seçtik. Bizi yağmalayanlarla aynı sofraya oturursan, biz kime güveneceğiz?”
Bu sözlerin ardından, uzun zamandır içimde taşıdığım şüphe bir karara dönüştü. Benim görevim, kudretli klanlara yaranmak değil; kendi halkımın adalet arayışına kulak vermektir.
Bu yüzden, bugün itibarıyla Ahmet’in bulunduğu klanla yollarımı ayırıyorum.
Bu karar kin ya da düşmanlık güderek verilmemiştir. Bilakis, ileride barışın daha sahici temellerde kurulabilmesi için atılmış bir adımdır. Çünkü barış, yalnızca altınla değil, halkın iç huzuruyla mümkündür. Şimdilik o huzur sağlanmamıştır.
Klanın liderlerine saygım baki, ancak halkımın sesi benim için her sancaktan, her ittifaktan üstündür.
Günün birinde bu yara kapanır mı bilmem. Belki tarih bizi yeniden aynı sofraya oturtur.
Fakat bugün… bugün halkımın yasına ortak olmakla yükümlüyüm.
[Lord Vizima] – [Karga Tüneği] Reisi
Köyümün onuru, benim kalkanımdır.
Klan liderinin cömertliğiyle zarara uğrayan mallar fazlasıyla telafi edildi, bu doğrudur. Ancak bazı şeyler altınla ölçülmez… ve köylülerim bunu bana tekrar tekrar hatırlattı.
Dün sabah, pazar yerinde dolaşırken duyduğum konuşmalar bana bir kez daha halkımın kalbindeki yarayı gösterdi. Meyve sepetlerinin arasından, balıkçı kulübesinin önünden, fırından çıkan sıcak ekmek kokusunun arasına karışan hışımlı sesler işittim:
“Reisimiz nasıl olur da çocuklarımızı toprağa veren o saldırının sorumlularıyla aynı sancak altında durur?”
“Kaybettiğimiz canların hesabı verilmemişken, altınla gönlümüzü almaya kalkmak hak mıdır?”
“Malları geri verebilirler, peki ya yanan evlerin, kırılan umutların bedeli?”
“O geceki çığlıklarımızı kim duydu da şimdi barıştan bahsediliyor?”
Bu sözlere karşılık verecek bir dil bulamadım. Çünkü her birinin içinde bir haklılık vardı.
Köylülerim sadece yağmanın değil, ardından gelen hızlı ‘barış girişiminin’ de onurlarını kırdığını düşünüyorlardı.
Gün batımına doğru köy meydanında toplanan yaşlılar kurulunda daha da sert sözler yükseldi:
“Klandan bize verilen altınlar midemize değil, yaramıza sürülen bir tuz oldu.”
“Evlatlarımızı toprağa verdik, fakat onların adı ne bir özürde geçti, ne bir yas töreninde.”
“Bizim reisimiz halkının yasını tutmadan yabancılarla masaya oturursa, yarın kimin iyiliği için savaşır?”
Bu sabah yine pazar yerinden geçerken yaşlı kadınlardan biri önüme dikildi:
“Evladım,” dedi, “Biz seni korumamız için seçtik. Bizi yağmalayanlarla aynı sofraya oturursan, biz kime güveneceğiz?”
Bu sözlerin ardından, uzun zamandır içimde taşıdığım şüphe bir karara dönüştü. Benim görevim, kudretli klanlara yaranmak değil; kendi halkımın adalet arayışına kulak vermektir.
Bu yüzden, bugün itibarıyla Ahmet’in bulunduğu klanla yollarımı ayırıyorum.
Bu karar kin ya da düşmanlık güderek verilmemiştir. Bilakis, ileride barışın daha sahici temellerde kurulabilmesi için atılmış bir adımdır. Çünkü barış, yalnızca altınla değil, halkın iç huzuruyla mümkündür. Şimdilik o huzur sağlanmamıştır.
Klanın liderlerine saygım baki, ancak halkımın sesi benim için her sancaktan, her ittifaktan üstündür.
Günün birinde bu yara kapanır mı bilmem. Belki tarih bizi yeniden aynı sofraya oturtur.
Fakat bugün… bugün halkımın yasına ortak olmakla yükümlüyüm.
[Lord Vizima] – [Karga Tüneği] Reisi
Köyümün onuru, benim kalkanımdır.
